Merhaba dostlar, bu sabah çayımı yudumlarken beynimizi düşündüm. Ne kadar fevkalade olduğunu bir kez daha anladım. Bizi şuan iyi hissettiren de kötü hissettiren de duygularımızın olmadığını anlıyorum. Peki neden bu düşünceye vardığımı soracak olursanız, size bazı tespitler üzerinden örnekler vereceğim.
İnsan, hayatı boyunca aldığı görsel ve işitsel mesajlar yoluyla psikoloji üretir. Yani birisine kırk kere deli dersek, deli olur diye bir laf vardır. Tam olarak onu demek istiyorum. Hayatımızda hiçbir şey sebepsiz değildir. Mutlaka bir neden-sonuç ilişkisi vardır.
Hisler Gerçeği Yansıtmaz
İyi hissetmek, iyi olduğumuz anlamına gelmez. Yanlış duymadınız, kötü hissetmekte kötü olduğumuzu göstermez. Hisler irrasyoneldir. Bir sabah enerjik hisseder, etrafınıza gülücükler saçarsınız. Ertesi gün bir rüya görür onun etkisiyle etrafınızdaki insanlara somurtursunuz; lakin o günü diğer günlerden ayıran hiçbir fark yoktur.
Kendi elinizle kendi gününüzü mahvedersiniz. Yani kötü hissettiğinizi düşünürsünüz ama bu sizin kötü olduğunuzu göstermez. Bu sizin hatalı his algınızdır.
Kaygı ve Korkularımız
Kaygı insanı hazırlar, korku ise korur.
Örnek verecek olursam; sokakta bir köpek tarafından kovalandığınızı düşünün. Bu korku sizi hayatta tutmaya çalışır. Kalbiniz yerinden çıkıyormuş gibi hissedersiniz. Adrenalin salgılar, hemen kaçmak istersiniz.
Aradan zaman geçse bile, o sokaktan geçmeyi düşündüğünüzde kaygılanıyor olacaksınız.
Sebebi: Beyin, yaşanan deneyimi tehdit olarak algılamış ve bilinçaltına böyle kodlamıştır.
Bu aslında güzel bir şeydir. Ne demiştik: kaygı sizi hazırlar. Tehlikelere karşı önlem almanızı sağlar.
O sokağı her gördüğünüzde, her düşündüğünüzde, bu kaygınız devreye girecek ve sizi olası durumlara karşı hazırlayacaktır.
Bu kaygıyı yenmek için algıyı değiştirmemiz gerekir. Onunda tek yolu telkindir.
Kavramlar algı oluşturur. Bu sokakta köpek olup olmamasıyla ilgilenmiyorum, ben yolumdan gidiyorum. Buna benzer bir cümle ile yeterince tekrar yaparsanız, aslında telkin yapmış olursunuz.
Bu telkinlerin etkisiyle de;
Bahsini ettiğimiz algı değişmeye başlar ve kaygı yaratamaz olur.
Başka bir örneğe geçelim. Temizlik problemi olan bir kişiyi ele alalım. Bu kaygının temeline baktığımızda ise nesnelerin kirli olup olmaması önemli değildir.
Buradaki sorun; yeterince temizlendiğine ikna olamayıştır.
Bu kişi, doğru bir telkin ile bu durumu değiştirebilir. “Kirli olup olmaması ile ilgilenmiyorum, ben yapmam gerekeni yaptım ve yıkadım.” Şeklinde bir cümleyi bilinç düzeyinde söylemesi ve tekrarlamasıdır. Bu tekrarlar telkin etkisi oluşturacaktır. Bunun neticesinde ise algı değişecek. Algı değiştiğinde ise kaygı-takıntı ortadan kalkmış olacaktır.
Neden sürekli ikna ve telkin dedim çünkü algılarımızı, aldığımız mesajlar belirler. İnanmayan biri için günah algısı yoktur. Yalnızca inanan biri için yaptığı eylem günah algısı doğurur.
Demek istediğim: algılarımız tercihlerimizi, tercihlerimiz hayatımızı etkiler.
Burada önemli olan tek şey doğru mesajın ve doğru telkinin sürekliliğidir. Doğru algılanmış bir kaygı ve korkunun, hiç yaşanmamış kaygı ve korkudan farkı yoktur.
Olgu ile değil algı ile uğraşırsak sıkıntılarımızdan ve fobilerimizden eser kalmayacaktır.
Konuya ilgi ve merakı olanlar için
Daha önce okumuş olduğum; Bilinçaltının Gücü isimli kitapta güzel örnekler vardı. Bu tespitlerin bir benzerini ve dahasını İzzet Güllü’nün “Sen hasta değilsin” isimli kitabında da okumuştum.
Ne demiştik? Algın değişirse dünyan değişir…
Güzel bir yazıydı elinize sağlık 🙂
Teşekkürler.